CUMHURİYET’İN 100. YILI /GÖRÜŞ – Darbe anayasalarının Türk demokrasisine etkisi
8 mins read

CUMHURİYET’İN 100. YILI /GÖRÜŞ – Darbe anayasalarının Türk demokrasisine etkisi

Prof. Dr. Muharrem Kılıç, Cumhuriyet’in 100. yıl dönümü dolayısıyla Türkiye’de darbelerin ve beraberinde tanzim edilen anayasaların Türk demokrasisine etkisini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Modern anayasacılık tarihinde doğal hukuk ilkeleri ve doğal hakların normativize edilmesiyle birlikte bir toplumsal sözleşme olarak anayasaların insan haklarının normatif güvencesi haline geldiğini ifade edebiliriz. Anayasacılık tarihimizde 1876 Kanun-i Esasi’den itibaren 1921, 1924, 1961 ve 1982 olmak üzere beş farklı anayasa yürürlüğe konuldu. Demokratik siyasal tarihimizde önemli politik kırılmalara eşlik eden bu anayasalar ve bunların yapım yöntemlerinin irdelenmesi, demokrasi pratiğini değerlendirme noktasında önem arz ediyor.

Demokratik siyasallığın hukuki ve anayasal zeminini ya da imkanını var eden meşru politik iktidara karşı gerçekleştirilen darbeler ve bunun neticesinde üretilen apolitik ve vesayetçi güç kullanımları demokratikleşme serüvenimizi kesintiye uğrattı. Demokratik siyasal düzeni tüm kurumları ve güvence mekanizmalarıyla işlerliğinin sağlanmasının önündeki antidemokratik müdahaleler, insan hakları temelinde güvenceli siyasal pratiğin üretilmesini olanaksızlaştırdı. Antidemokratik yıkıcı müdahaleler Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları ideallerinin yaşama geçirilmesini güçleştirdi. Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunilik, ölçülülük, gereklilik ve belirlilik ilkesi doğrultusunda istisnai olarak kısıtlanabildiği özgürlükçü siyasal düzenlerin ve özgürlük karinesinin aksine, otoriter düzen anlayışı tahkim edildi. Demokratik hukuk devletinin temel unsurlarından birisini oluşturan siyasi temsiliyet yetkisiyle seçilmiş iktidara, militer, antidemokratik ve hukuka aykırı bir yöntemle el konulması ve anayasal düzenin ortadan kaldırılması, değerler temelinde toplumsal yapıyı aşındırdı ve insan hakları ihlallerine yol açtı.

1960 darbesi

Milli Birlik Komitesi’nin 27 Mayıs 1960’ta yönetime el koyması ve Demokrat Parti’nin (DP) tasfiye sürecinin başlaması, demokrasi tarihimizde kara bir leke olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemde askeri cunta yönetiminin meşru siyasi iktidarı devirmesi, siyasal meşruiyet arayışı olmaksızın yeni bir anayasa yapım sürecini başlatmıştı. Meşru iktidara yönelik militarist müdahale sonucu oluşturulan 1961 Anayasası’nın, hak ve özgürlükler kataloğu açısından daha önceki anayasalardan birtakım ayrışan yönleri bulunuyor. Nitekim, 1961 Anayasası hak ve özgürlükler kataloğu açısından daha ayrıntılı biçimde sistematize edilmişti.

Demokratik siyasi tarihimiz açısından trajik ve travmatik bir kırılmaya yol açan 1960 askeri darbesi, ulusal hukuk düzenimizde yeni bir anayasayı yürürlüğe koymakla kalmadı. Aynı zamanda militaristik cunta yönetimini siyasal alana ve sivil idareye müdahale eden otokratik bir yapıya dönüştürdü. Öyle ki 9 Temmuz 1961’de yürürlüğe giren 1961 Anayasası, kuvvetler ayrılığını temin eden dengeleyici pek çok anayasal mekanizmayı zayıflattı. 1961 Anayasası ile oluşturulan bu antidemokratik siyasal yapı, 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan ara dönemde önemli değişikliklere uğradı. Bu muhtırayla gözaltı süresinin önce 7, sonra 15 güne çıkartılması gibi temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yönelik birtakım sınırlayıcı idari ve yasal tasarruflar gerçekleştirildi.

1982 Anayasası

Siyasi tarihimizde yine bir darbe anayasası olarak 1982 Anayasası, klasik parlamentarizmin çerçevesini zorlayan atipik bir model öngörüyordu. Söz konusu modelde yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanlığı makamı, klasik parlamentarizmin ruhuna uygun biçimde “sembolik ve törensel yetkilerle” sınırlı kalmıyordu. 1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanlığı makamı oldukça geniş icrai yetkilere sahip bir vesayet kurumu olarak yapılandırıldı. Anayasa’da “devletin başı” olarak nitelenen cumhurbaşkanı içkin vesayet iktidarının siyasal alanı denetleyici mekanizması olarak kurgulanıyordu. Bu durum, darbeci vesayet iktidarının siyasal alanın tüm kurum ve temsilcilerine yönelik ontolojik güvensizliğinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. [1]

Modern anayasacılık düşüncesinde kamu otoritesi karşısında bireyin hak ve özgürlüklerinin iktidar gücünü sınırlandırmak suretiyle korunması amaçlanıyor. Ancak 1982 Anayasası demokratik siyasallığı ve özgürlükler alanını tahkim etme amacını değil; vesayetçi otoriterliği güçlendirmeyi hedefliyordu. 1982 Anayasası’nın özü itibarıyla vesayet edici bir anayasal dizge ürettiği vurgulanabilir. Bu yönüyle 1982 Anayasası, sivil siyasetin üzerinde askeri vesayet kurumlarını daha güçlü bir biçimde konumlandırdı. Bu durum da ulusal hukuk düzeninde siyasal yaşamın özgürlüğü ve demokratikliği noktasında sorgulamaların artmasına yol açtı. Ayrıca bu anayasada devlet aygıtını yüceltici bir hüküm olarak kişilerin ödevlerinin topluma değil devlete karşı olduğu vurgulanıyordu. 1982 Anayasası asli siyasal özne olarak sivil halk ile politik alan arasındaki ilişkinin salt seçimlerde oy kullanmakla sınırlı olması gerektiği düşüncesini benimseyen dışlayıcı bir siyasal pratiğe yol açtı. Her ne kadar 1982 Anayasası yüzde 91,37 gibi çok yüksek bir oyla kabul edilmişse de referandumun siyasal katılım ve temsiliyeti sınırlandırıcı antidemokratik bir siyasi iklimde gerçekleştirilmişti.

Kapsamlı değişiklikler

Darbeci zihniyetin bir mirası olan 1982 Anayasası’nda gerçekleştirilen kapsamlı değişikliklerle birlikte 2002 yılından bu yana siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin güçleştirici düzenlemeler yapıldı. Ayrıca kırılgan gruplara yönelik pozitif ayrımcılık Anayasa’da yer alıyor. Yeni düzenlemelerle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirildi ve yeni idari hak arama kurumları ihdas edildi. Kişisel verilerin güvenliği hakkı ve buna benzer çok sayıda hak alanı anayasal güvenceye kavuşturuldu. Bu kapsamlı değişiklikler 1982 Anayasası’na içkin olan antidemokratik darbe ruhu ve siyasal alanı vesayet edici aklı açısından görece bir iyileşme durumu var etti. 1987 yılından itibaren 23 kez revize edilen Anayasa’nın 177 maddesinin 134’ü değiştirilerek birtakım anayasal reformlara imza atıldı.

Sonuç olarak, Türkiye’de darbeler ve beraberinde tanzim edilen anayasalar aracılığıyla demokratik siyasal yapı üzerinde blokaj oluşturuldu, siyasal alan daraltıldı ve bir vesayet düzeni inşa edildi. Her ne kadar temel hak ve özgürlükler anayasal düzeyde güvence altına alınsa da üretilen vesayet bürokrasisi üzerinden söz konusu temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırlandırılmak suretiyle etkisizleştirildi. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ilke ve değer alanı, vesayet edici mekanizmaların üretmiş olduğu vesayet bürokrasisinin apolitik müdahalesiyle güvencesiz hale geldi.

Darbe döneminde yaşanan politik kırılmaları ve psikolojik travmaları kalıcılaştıran antidemokratik ruhu ve normatif kurgusuyla 1982 Anayasası, demokratik siyasal alanı bloke edici bir vesayet rejimi inşa etti. 1982 Anayasası, siyasal alanın ve siyasi aktörlerin politik kırılganlıkları üzerinden demokratik meşruiyeti mahkum edebilecek apolitik vesayetçi ruha sahiptir. Bundan ötürü, antipolitik ve vesayetçi normatif dokuyu ortadan kaldıran, değişen sosyolojik ve teknolojik dönüşümleri dikkate alan hak anayasacılığı perspektifi üzerinden Cumhuriyet’imizin 100. yılına yaraşır 2023 anayasasının yapımının gereği ortadadır.

[1] https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-muharrem-kilic/atipik-vesayetci-parlamentarizmden-cumhurbaskanligi-sistemine-595557

[Prof. Dr. Muharrem Kılıç, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı]

Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir